Boya b>Aktif-Üye!
Takımlar : Ruh hali : Mesaj Sayısı : 68 Yaş : 28 Nerden : Annemin Karnından Points : 202 Kayıt tarihi : 20/04/10
| Konu: Büyük Gölge Salı Nis. 20, 2010 11:09 am | |
| | Tepelerde ağaçlar vardır yalnız. Bir yolculukta fark ederiz onları. Çıplak bir yamacın üzerinden küçümseyerek bakarlar yola. Penceremizde birkaç saniye kaldıktan sonra nöbet yerlerine dönerler. | Dönerler ve belli etmezler kaldığını akıllarının. Kibirli nöbetçilerdir onlar, gözlerini kırpmayan. Bir sınırı değil, kendilerini beklerler. Bir kafile dursa uzakta, hışırdarlar tepeden tırnağa. Birisi gelecek yanlarına diye ürperirler. Sonra çakaralmazlarını dayarlar omuzlarına. Bir çocuk neşesiyle değil, bir meczup hüznüyle nişan alırlar. Bu oyunda ölmek yok fakat yalnız kalmak var. Bir kez güneşini itsin ağaç dallarıyla bulutların ardına, bir kez yapraklarının yeşilliğini, meyvelerinin kırmızılığını kendinden bilsin; bir kez coşkunluğuna versin köklerinin yarmasını toprağı, bir kez kabuklarının kavlamasına bakıp deri değiştirdiğini sansın; işte o zaman kaybeder kırlarda gölgesini. Sağına soluna bakar telaşla. Anahtarını bulamayan bir adam gibi bütün ceplerini boşaltır. Bir kuytudan diğerine atar ağını. Gölgesine seslenir ellerini ağzının iki yanına dayayıp. Heyhat, denizler kovmuştur balıklarını. Güneşi olmayanın gölgesi de yoktur. Güneşi olanlar, yakalarına taksınlar bilelim. Büyük Gölge'ye doğru yürüyenler tanısınlar birbirlerini. Yanıp sönsün bir araya gelmeyen yakaları. Yıldız tozuna bulanmış adalar gibi gece. Bir araya gelinecek güne kadar, bilelim. O gün ki bütün gölgeleri emmiştir toprak. Lavdan bir bebek akmıştır dimağlara. Ağladıkça dalgaları yükselmiştir, köpükleri kirpiklerimize asılı. Dikkat saatiniz konuşuyor! Sıranız geçti çünkü. Gözleriniz boşuna aramasın ağaçları. Ağaç nerede, küllerin vakti. Bir an uğraması için pencerenize, razı olurdunuz ebedi azaba. Dudaklarınız aramasın kaynaklarını. Su nerede, burada kıvılcımlı maşrapalar. Büyük Gölge mi? Kalmadı mı ondan başka sığınılacak yer? Sizi kabul eder mi sorun elçiye. Yedi sınıf insan içinde misiniz? Ki yalnız onlara bağışlanmıştır o Büyük Gölge. Yalnız onlardan vazgeçmiştir harı ateşin. Hep altından olmaz, yedi madalya gölgeden. Nefesin altın olduğu günde takılmıştır boyuna. Siz altısını araştırın, ben birini söyleyeyim. İki kişi, Allah için birbirini seven. Allah için Bir araya gelen ve ayrılan. Onların boynunda parlamaktadır gölge. Cennet sözlüğünden bir kelime; dost. "Dûst"muş köprüden geçmeden önce. Dost olmuş geldikten sonra Acem'den. Riyasız sevgi ve güven, harcı olmuş tuğlaların. Kutuplardan sahralara kadar herkes bu tılsımlı harcın peşinde. Hem yalnız harç değil, bütün çağlarda aranan taç ve çalınan. Talepler reddedilse bile parlayan başta. İstediklerini vermediğinde kızan ve küsen gerçek dost değil Ahmet b. Hanbel'e göre. Bir ticaret değil dostluk. O halde kulak ver İbnü'l Arabî'ye: "Kendin nasılsan ona göre değil, o nasılsa ona göre davran." Ve olduğu gibi kabullen artık dostunu. Cennet sözlüğünden bir kelime; dost. Fakat ne derin cehennem, kendini korumak zorunda kalırsan ondan. Bir top yılan olur yastığın geceleri. Ağaçlar tepelere tırmanır gölge vermemek için. Genceli Nizamî'den işittim, perde olamayan dostlar perde yırtarlar. Bırak yırtmayı dostunun perdesini, onu bağışlatmak için kralların ayağına kapan. Bak Aristippus kadim Yunan'dan, kralın huzuruna çıkıyor, affettirmek için dostunu. Kral bu, sanki hiçbir şey istenmemiş ondan, çeviriyor başını. Aristippus ne yapsın? Dönüp gitsin mi görevini yapmanın huzuruyla? Hayır. Dostunu kurtaramayışın huzursuzluğuyla ayaklarına kapanıyor kralın ve yalvarıyor. Bağışlıyor kral böylece aziz dostunun canını. Saraydan çıkışta ayıplıyor insanlar filozofu. Koskoca bilge ayaklarına mı kapandı kralın! "Kabahat bende değil," diyor Aristippus, "Kralda. Çünkü onun kulakları ayaklarında, başında değil." Peki bizim kulaklarımız nerede dostlarımız çağırırken. Ayaklarımıza mı çağırıyoruz onları yoksa. Bir türkü çağırmanın zamanı şimdi Karacaoğlan'dan: "Eyi günde yâran, ahbap çok olur, Dar günümde dost bulunmaz nedendir?" Tepelerde ağaçlar vardır yalnız. Bir yolculukta fark ederiz onları. Hele kelepçelemişse dallarını kış. Kar hapsine çarpılmışlarsa ebedi. Penceremize düştüğünde suretleri o vakit, kaskatı kesilip donarlar. Ebeleyip ruhumuzu kaçmak isteseler de yeniden tepelere. O donmuş suret hep penceremizde kalır. Ta ki güneş itildiği bulutların arkasından çıkıp düşürene kadar resmi. Ta ki ağaçlar sırtlarını yaslayana kadar güneşe. Ta ki gölgeler birleşip Büyük Gölge'ye çağırana kadar bizi. Ta ki madalya takmak için dostlarımızdan boyunlarını eğmelerini istemediğimizde. |
| |
|